VLOG || Kerem Denize Girdi || Çocukla Oyun || Günlük Hayat 3.12.2017
Merhaba Günlük!
Bu hafta sonu hava inanılmaz güzeldi. Pazar günü Efe’nin sabahtan çalışması gerekiyordu. Bize de öğleden sonra arkadaşlar oturmaya geleceklerdi ama bütün günü evde geçirmek istemedim. Normalde bu atiklik bana yakışmaz, ben biraz daha “yavaş ruhlu” bir insanım ama ne hikmetse geldi bir enerji!
Sabah kahvaltıdan sonra 9 gibi Efe çıktı, ben de Kerem’i giydirmeye başladım. Giydirdim diyemiyorum çünkü bir süre dil dökmem gerekti. Normalde “atta’ya gidiyoruz”, “anane’ye gidiyoruz” deyince kendini çoraplarıyla sokak kapısına atan çocuğum bu sefer oturdu Lego yapmaya başladı. “Kerem hadi giyinelimmm” diyorum, “ı-ıh ı-ıh” diyip el sallıyor bana. Oturdu odasında tek başına oynuyor. Normalde mumla arayacağım bir sahne yani, oh oynasın ben de kendi işime bakayım! Ama hayır; inadım inat. Hava güzel ve biz Caddebostan sahile kumlarda koşmaya gideceğiz. Yanıma kameramı da alıp Kerem’in fotoğraflarını videosunu çekeceğim. Öyle gaz, öyle motiveyim.
Bu arada annem ve ablama yazdım ama annem daha uyanmamış, ablam da gelip gelmemeye kararsızdı. Biz hala evdeyiz yalnız, daha çıkamadık. Zar zor Kerem’i giydirdim, kendim de giyindim, bu sefer de kaka yaptı. Bir posta da kakayı temizleyip Kerem’i tekrar giydirdim, çantaları hazırladım… Son iş Kerem’e ayakkabı giydirmek. Kerem’in bir tane botu var, bir de henüz hiç giymediği bir yağmur çizmesi. Bugün ilk olacak. Fakat aşina olmadığı ayakkabıları giymek istememe gibi bir huy edindi. Nitekim en son ayağına botlarını giydirdim ve yağmur çizmelerini yanıma aldım. Amacım deniz kenarında ayağının içine kumlar girmesin diye yağmur çizmesini giydirmek…
Annemlere park ettik ve tek başıma hem pusete hem Kerem’e mukayyet olamayacağım için Kerem’i pek istemese de pusetine oturttum ve tam gaz sahilin yolunu tuttuk. Ablam arkadan kahve alıp gelecekti. O gelmeden biz indik sahile. Kerem itiraz edemeden, pusetinde otururken botlarını çıkarıp yağmur botlarını giydirdim, ve saldım kendisini sahile. Burda gönlünce koşsun, oynasın üstünü pisletsin önemli değil! Araba yok, risk yok, çocuğum özgür, hava güzel, bahardan kalma 19 derece bir hava… şahane bir Pazar sabahı!
Kerem biraz koştu, ve sularda ayaklarıyla cup cup yaptı. Azıcık suya girdi bileğine kadar ama problem yok, nasılsa yağmur çizmesi, su geçirmiyor, takılabilir. Ama bizimki hızını alamadı ve daha Melda gelmeden dizine kadar suya girmişti bile! Bi de poposunun üstüne suya oturuverdi… Tabiki ağladı. Hemen kapıp üstünü değiştirdim ve öteki botlarını giydirdim. Yağmur çizmelerinin içinden suları boşalttım ve sırılsıklam olan çizme ve kıyafetleri bir kenara bıraktım.
Yeni kıyafetleriyle, bir kere ıslandı ve ağladı diye, bir daha suya girmez sandım. Yanılmışım. Hevesini alamamış. Önce azıcık girdi… hayır yapma diye bağırırken hoop bir kez daha dize kadar suyun içinde. Ama bende yedek ayakkabı kalmadı. Ablam’dan gelen fikirle çıplak ayak takılsın dedik. Su kenarında kumlar temiz, çer çöp cam kırığı yok. Zaten sudan uzaklaşmıyor, biraz da öyle takıldı.
En son Melda ile kumlarda koşarken, ablam yerine suya doğru koşup kendini serin sulara bıraktı. Keşke o görüntüler de olsaydı, gerçekten çok komikti ama maalesef o sırada çekmiyordum. Tamamen suya batan Kerem’i ablam atılıp kurtarıverdi, Allahtan dibindeydi zaten. Melda da ıslandı tabi biraz, Kerem ise Aralık’ta denize girmiş oldu komple. Tabiki ağladı, üşüdü korktu şaşırdı… sonuçta su soğuk. Neyse soyduk, çantasından bir müslin örtü çıkarıp ona sardım. Kucağımda biraz ısıtıp hemen üstünü giydirdim. Pusetinde polar ayak tulumu var Allahtan, battaniye gibi, soktuk onu tulumun içine, örttük bacaklarını, böylece sıcacık oturup Melda’nın kruvasanını yiyebildi. Kuruduktan sonra sesi çıkmadı zaten, çok da mutluydu. Melda’ya azıcık verdi kruvasandan, nerdeyse hepsini kendi yedi. Oysaki mis gibi kahvaltı etmişti ama acıktı herhalde suya girince 🙂
Sonra babam geldi yanımıza. Artık Kerem’in yedek ayakkabısı kalmadığı için kumsalda kalmamızın bir anlamı yoktu biz de Kerem’i parka götürdük. Birazcık sallandıktan sonra da, Kerem’le biz evimize döndük. Önce Kerem’i yıkadım, sonra kıyafetlerini kumlardan arındırıp makinada yıkadım. Ayakkabılarını yıkayıp kaloriferlerin üzerine dizdim, Allahtan bir şey olmadı ve bu sabaha kurumuşlardı. Kerem’e yemeğini yedirdim, sonra da sütünü verip öğle uykusuna yatırdım. O kadar yorulmuş ki, 5 dakikada hemen uyudu. Ve kütük gibi yattığı gibi kalktı 2,5 saat sonra. Yazık çok yorulmuş demek ki.
Uyandığında arkadaşlarımız bizdeydi ama son 2 aydır Kerem’de bir insanları istememe baş gösterdi. O nedenle salona gelmek istemedi, Efe’nin kucağında salona geldiğinde ise gözlerini sımsıkı yumdu ki kimseyi görmesin. Ne tatlı, ne saf değil mi!? Gözlerini kapatıp misafirleri görmeyince, onlar yok oluyor sanıyor herhalde 🙂 Eğer bu gibi durumlarda ısrar edersek ağlıyor, o nedenle içeri odasına döndük ve sırayla yanına gittik. Böylece yavaş yavaş insanlara alıştı. Delfin’le biraz oynadılar, hatta günün sonuna doğru Duygu’ya sarıldı bile! Bu inanılmaz bir gelişme.
Kerem’le oyun da hayat da git gide daha zevkli hale geliyor… İlk aylardaki yaşadığım o depresyonu hatırladıkça, o günler için pişmanlık duyuyorum. Keşke şimdiki ruh halim o zamanlar da olsaydı, keşke o günleri daha mutlu daha enerjik yaşayabilseydim. Yine de geçmişe dönüp baktığımda, yazdıklarımdan ve paylaştıklarımdan o kadar da hissettiğim kadar kötü günler yaşamadığımızı görüyorum. Tabiki ailemin, annemin ablamın, kayınvalidemin ve tabiki Efe’nin sayesinde! İyi ki varsınız!