Sanki bu dünyada tek ben doğurmuşum gibi
Bu size de oluyor mu bilmiyorum ama hamile yada yeni doğurmuş, veya bebeği Kerem’den daha küçük olan bir arkadaşımla veya arkadaşı da geçtim, herhangi bir kadınla karşılaşsam, “tecrübelerimi” paylaşmaktan kendimi alamıyorum! Sanki bu dünyada tek ben doğurmuşum gibi, sanki tek ben çocuk büyütüyormuşum gibi…
Üstelik çocuğu tek başıma bile büyütmüyorum (tabi ki Efe de var)! İlk günden beri etrafım bana yardım edenlerle dolu… Ablam, annem, kayınvalidem hep yanımdaydı. Sonra Birsen Abla, şimdi Şemşat… Hatta arada bana yardıma gelen arkadaşlarım bile oldu, Efe’nin çalıştığı akşamlarda kah Yasemin, kah Rana’yla yıkadık Kerem’i.
Eminim çoğumuz benim gibiyiz… Hatta inşallah benim gibiyizdir diyeyim, zira bebek bakmak zor zanaat. Bu yüzden umarım hiçbir kadın bebeğine “tek başına” bakmak zorunda kalmıyordur, anne eş dost akraba her fırsatta yardımına koşuyordur.
Burda olay zaten bebeğe “sadece anne”‘nin bakması değil. O bebeğin “O anne”‘nin olması. Anne burda – tabir caizse – şirketin genel müdürü gibi, yani yönetici, idare eden. Herşeyi kendisi yapmıyor olabilir, ama herşeyin nasıl yapılmasını istediğini çok iyi biliyor.
Şirket örneğinden normal hayatlarımıza geri dönersek, ister çalışan anne olun, ister evde oturan anne, hepimiz çocuğumuzun o gün ne yiyeceğine, ne oynamasına, ne zaman uyuyup ne zaman dışarı çıkıp hava alacağına, üstüne yelek giyip giymeyeceğine varasıya ufacık detaylara bile karar veriyoruz. (Burda en az anneler kadar “babalar da” karar veriyor demek isterdim ama çoğunluk bütün bunların anneler tarafından yapıldığına inanıyorum. Aksini iddia eden varsa yorumlarınızı beklerim 🙂
Günümüz bilgi ve teknoloji dünyasında anne adayı olarak hamile kaldığımız günden itibaren kitaplara, internete dalıyoruz, araştırmalar yapıp blog ve forumları takip ediyoruz. Bilimsel verilerin yanı sıra, pratik bilgileri, kim ne yapmış, kimin çocuğu ne zaman emeklemiş’ine varana kadar instagram dahil tüm sosyal medya hesaplarından takip ediyoruz. Tracy Hogg’undan Dr. Harvey Karp’ına okumadığımız uzman yok. Dolayısıyla gerçek anlamda herşeyi biz yapmasak bile, çağımız anneleri olarak bizler, okuyup araştırarak, herşeyin nasıl yapılması gerektiğini aslında çok iyi biliyoruz.
Bunlar yanında bir de eski usüller hakkında farklı görüşlere sahip 2 gruba ayrılıyoruz. Kimimiz anane yöntemlerine sırt çevirirken, kimimiz “büyüklerin bir bildiği varmış” mottosuyla hareket ediyoruz. Şahsen ben ikinci görüşteyim, “eskilerin” yaptıklarını kulak ardı etmiyorum. Hem zaten allah aşkına Mahallenin En Mutlu Bebeği’ni okuduysan eğer, anneannelerimizin yaptıklarından ne farkı var adamın anlattıklarının? Allahın amerikalı doktoru bebeği uyutma tekniğini 5 adıma oturtmuş, kitap yazmış. Benim annem ömründe o kitabı görmemiştir ama ilk günden bize “bak işte böyle tutucan” diye gösterip Kerem’i kucağında bayıltıveriyordu (uyutuyordu anlamında).
Okuduklarımız, araştırmalarımız ve inandıklarımız ışığında bebeğimizi yetiştirirken haliyle birçok şey görüp geçiriyoruz, tecrübe ediyoruz ve birtakım sonuçlara varıyoruz. Benim için bu sonuçlar genelde “şimdiki aklım olsa…” Şeklinde gün yüzüne çıkıyor.
İşte burası kilit nokta… Şimdiki aklım olsa neler neler yapmam, ama gel gör ki bir tane çocuğum var, ve bahsi geçen zaman çoktan geçtiiii gittiii. Allah başka türlü yazmadıysa Kerem benim bu hayattaki tek ve yegane bebeğim olacağına göre, tecrübelerimi gerçek hayatta uyarlamama imkan ihtimal olmadığına göre…. Gelsin konu komşunun bebeği çocuğu…
İşte bu nedenlerle (sanırım) kendimi tutamıyorum… Hamilelik sürecinden, doğumda hastanede yaşadıklarımıza, doğum operasyonundan doğum sonrası ilk geceye, lohusalıktan evde ağırlanan ilk misafire, ihtiyaç listelerinden “elalemin bilmişliğiyle” ne kadar bunalacağına kadar bin tane konuda fikir beyan ediyorum. Üstelik o anda farkına bile varmadan, uyardığım konulardan birini ben o kişi üzerinde uyguluyorum “bilmişlik!!!”
Bazen bu dürtü o kadar dayanılmaz oluyor ki, birilerini arayıp ahkam kessem diye planlar yapar buluyorum kendimi… Neyseki çoğu zaman kendimi tutuyorum… Tutabiliyor muyum?!
Bu noktada benim en büyük yardımcım, bana en iyi gelen… Efe dememi beklemiyorsunuz değil mi?! Tabiki Blog’um. Bu blogu niye açtım? Aslında olayın bu raddeye varacağını bilmiyordum, aklımdan hiç geçmemişti. Blog açarken ki amacım, doğuran kimsenin ilk günlerini çok net hatırlamamasıydı. Ben zaten depresyondaydım… Bari bebeğimin günlüğünü tutayım, bol bol da fotoğraf koyayım ki, büyüyünce isterse okusun dedim. Hem şehir dışındaki babaanne büyükbaba ve diğer akrabalar da yakından görebilsin istedim an be an gelişmesini. Bu anlattıklarımı yaptım, ve yoğunluğu azalsa da yapmaya devam ediyorum ve iyi ki yapmışım diyorum. Çünkü insan gerçekten unutuyormuş, ve ben de çoğu şeyi unuttum bile. Eski yazı ve videolarımı izledikçe hatırlıyorum, hatırladıkça duygulanıp, “ne zor ama ne de güzel günlermiş, keşke kıymetini daha çok bilebilseymişim” diye gözlerim doluyor.
Fakat hatıralar yanında zaman geçtikçe blogda başka şeylerden de bahsetmeye, yazmaya, paylaşmaya başladım… Çünkü içimdeki dürtüye engel olamadım.
Hamileysen serisi mesela… İçimde tuttuklarımı yazma dürtüsü yüzünden gözüme uyku girmeyen bir gecede ortaya çıktı. Telefonumun notlar’ına yazdım ve ertesi gün yayınladım. Şu an bile bu yazıyı notlara yazıyorum. Çünkü evde bilgisayar açacak vaktim yok ve genelde 3 işi aynı anda yaptığımdan en kolayı aklıma yazmak istediğim birşey gelir gelmez telefona sarılmak. Google hesabımı senkronize ettiğimden bilgisayarı açtığımda emailimden notlarıma girip, kopyala yapıştır yapıp bloga koyup yayınlıyorum yazılarımı. (Mesela bakın, bu detayı bile paylaşma isteğime engel olamadım). O nedenle son yazılarımda özellikle pek resim yok. Resimleri düzenlemekle uğraşacak vaktim yok çünkü malesef. Ama notlarımda Taslak olarak kalan o kadar çok yazı (48tane) başlığı var ki.. Beynimin hızına yetişemiyorum. Ve uykusuzlultan ölsem de, bunun gibi akşamlarda kafamdakini yazmadan gözüme uyku girmiyor.
Bu blog iyi ki var… Yoksa etrafımda arkadaş namına insan kalmazdı herhalde, beni dinlemekten bıkarlardı. Ama bu blogda biliyorum ki, yazılarımı kendi özgür iradenizle okuyor, sıkılıyorsanız yarıda bırakıyor, ama seviyorsanız yorum bırakıyorsunuz. Ve o yorumlar sayesinde ben bir boşluğa konuşmadığımı, yalnız olmadığımı hissediyorum. Burda ufak bir “anneler” dayanışması yaşanıyor, adı sanal ama kendi gerçek arkadaşlıklar kuruluyor. Kim ne derse desin, sosyal medyayı amacınıza uygun kullanıyorsanız, zarar ne demek aksine hayatlarımıza fayda sağlıyor.
Yazımı bitirmenin huzuru içinde, inşallah kafam diğer “taslak”lara kaymadan rahat bir uyku çekerim artık. Sağlıcakla kalın
(Ve buraya kadar okuduysanız… Çok teşekkür ederim 😉)
Bizler de tesekkur ederiz sevgili Beyza
Genel müdür 🙂